Ayakkabı Kültürdür
Ayakkabı Kültürdür!
Ayakkabı, Müslüman toplumlarda kapı önüne terk edilen, dış dünyaya ait bir nesne; ama hayatla, ölümle ilgili pek çok anlam da taşıyor.
Tüm İslam ülkelerinde, bir Batılıyı şaşırtabilecek görüntüdür evin giriş kapısında çıkartılmış ayakkabılar... Aynı görüntüye namaz saatlerinde, camilerde de rastlarsınız. Turistlerin camileri gezmesi serbesttir; ama küçük bir iki kurala uymaları şartıyla. Kadınsanız, başınıza takmanız için bir eşarp, sonra da ayakkabılarınızı çıkartmanızı isterler. Geleneksel bir Anadolu evine konuk gittiğinizde de aynı şeyi yaşarsınız... Ayakkabılarınızı ayağınızdan çıkarmanız, size verilen terlikleri giyerek gösterilen yere oturmanız gerekir. Bu kültürün içinde doğduysanız, sorgulamaya ihtiyaç duymadığınız alıştığınız bu kurala ister istemez uyarsınız. Eve ya da dinsel bir mekana girerken neden ayakkabının çıkarılması gerektiğine verilecek en basit yanıt, "dışarıdaki tozun, toprağın eve girmemesi”dir. Bu yanıtla yetinmek istemiyorsanız, dinsel kökenlere bakmanız gerekir. Bir Müslüman evinde namaz kılınabilmesi için dinsel temizlik kurallarına uyulması zorunludur. Banyoda kullandığınız terlikle evin içinde gezmemek, dışarıda kullandığınız ayakkabıyla içeri girmemek de bu kurallar arasındadır. Bu iki davranış, günaha yakın kötülüktedir ve mekruh diye nitelenir. Geleneksel Müslüman toplumlarda ayakkabı, kapı önünde terk edilen, dış dünyaya ait bir araçtır sadece.
İlginç Gelenekler
Kentlerde gelenekler farklılaşmış, alışkanlıklar değişmiş olsa da, konuk gidilen çoğu evde rastlanabilecek ilk tavır, ayakkabınızı çıkardığınızda, onların hemen alınıp uygun bir yere yerleştirilmesidir. Siz ayakkabınızı çıkartır çıkartmaz, genellikle evin en küçük üyesi ayakkabılarınızı daha önceden ayrılmış yere koyacaktır. Belki bir ayakkabılığa, belki de ayak altı olmayan uygun bir yere... Evden ayrılırken, aynı şey tersine tekrarlanır ve ayakkabılar konuk daha kapıya yönelirken, burunları kapıya bakacak şekilde konuğun rahat giyebileceği bir yere bırakılır. Burunları kapıya doğru bırakılmış ayakkabı, dışarı çıkmanın ön hazırlığıdır. Bu eskiden dergahlardaki bir adeti çağrıştırır. Bir dergah üyesi, dergahta kabul görmeyen bir davranışta bulunduğunda dergahtan uzaklaştırılmak ve izinsiz geri dönememek gibi cezalara çarptırılırdı. Bu kişinin ayakkabıları "git ve izin verilmeden dönme” anlamında kapı önüne burnu dışarı bakacak şekilde yerleştirilirdi
Gelenekler değişse, pek çoğu farklılaşsa da günümüzde de süren ilginç birtakım uygulamalara rastlamak mümkün. Örneğin, misafirin evde kalış süresi önemlidir demiştik; çabuk gitmesi istenen misafirin ayakkabılarına bir parça tuz dökmenin misafiri evden çabuk uzaklaştıracağına hala inanılır. Ters dönen ayakkabı, ya işlerin ters gideceğine delalettir ya da evden bir ölü çıkacağına... Bu yüzden bir ayakkabının ya da terliğin ters durmasına izin verilmez, düzeltilir. Bir evde ölüm olduğunda, ölen kişinin ayakkabıları bu yolculuğu topluma duyurmak için kullanılır ve ölenin ayakkabıları evin dış kapısının önüne yan yana konulur. En az bir gün süreyle kapı önünde tutulan ayakkabı, o evde ölen kişinin cinsiyetini ortaya koyan bir araçtır aynı zamanda. Ölümün ardından, ölen kişiye ait giysiler ve ayakkabılar, o çevrenin en yoksul kişilerine verilir. Ölenin giysisi ve ayakkabısı evde tutulmaz. Eskiden bir ölünün giysilerini kullanacak kadar yoksul kişilere "soyka” denilirdi. Bugün de hala bu alışkanlık sürdürülüyor, ölenin giysileri, ayakkabıları evde tutulmuyor ancak bazen eskiciye, bazen ihtiyacı olan birine, ya da camilere, vakıflara bırakılıyor.
Ayakkabı geleni ve gideni karşılayan bir simge... Ölümde olduğu kadar, yeni birinin gelmesini sağlayan evlilik ve doğumlarda da bir simge olarak karşımıza çıkıyor. Evlenecek olan kızlara çeyiz olarak şık bir ayakkabı ya da terlik hediye edilmesi "hoş geldin” demenin bir yolu hala. Yeni doğmuş bebeğin, kendi bereketini de beraberinde getirdiğine inanılıyor ve ilk ayakkabısının uğur olarak saklanması bu uğuru sürdürmenin bir yolu olarak görülüyor. Duvara, araba aynasının altına, bir dükkanın kapısına asılmış bir bebek patiği görürseniz şaşırmayın.
- - Bir toplumun eksiksiz bir ayakkabı müzesini kuran kişi, gerçekte o toplumun kültür tarihini yaratmış demektir.” George Bernard Shaw – İngiliz oyun yazarı.
- Yalınayak insanlara ayakkabı yapmak varken, yazı yazmak boş şeydir!” Jean Paul Sarte – Fransız yazar.
- - Ben role ayaklardan başlarım. Ayakkabı, toplumsal yapıyla çok ilgili bir şey!” Taner Birsel- Sinema oyuncusu.
- - Hayatımı tek başıma kaldırabilseydim, kendi halinde bir kunduracı gibi yaşamak isterdim.” Nihat Genç-Yazar.
- - Ayakkabılarını kıskanıyorum, çünkü onlar seni benden uzaklara götürecek!” (Neil Jordan’ın , End of the Affair /Zor tercih adlı filminde Ralph Fiennes'in Jullianne Moore'a söylediği söz
- - İyi bir ayakkabı boyacısı, kötü bir profesörden daha iyidir. Çünkü işini iyi yapıyordur.” Fransız Atasözü.
- - Ünlü aktör Daniel Day Lewis, günlük hayatın stresinden uzaklaşmak ve terapi için ne yapıyor dersiniz : Ayakkabı tamirciliği.
- - Torino’da açılan sinema müzesinde 1940’lardan bu yana toplanan birçok sinema nesnesi sergileniyor. Bir çift ayakkabı da var. Tahmin edebilirsiniz: Marliyn Monrou'nun ayakkabıları.
- - Anatole France, Penguenler Adası adlı (aslında Fransa’yı anlattığı) yapıtında, kadınların iffetlerini korumalarıyla, ayakkabı ökçe boyları arasında ilişki kurar.
- - Filipinli İmelda, gençliğinde çok yoksuldu; ayakkabı alacak parası dahi yoktu. Güzellik kraliçesi seçildi, talihi döndü. Marcos’la evlendi. Ülkenin birinci kadını oldu. Ayaklanmadan sonra Hawai’ye kaçarken yanında yüzlerce ayakkabısını da götürdü.
- - " Biliyorum , Türkiye’ nin çoğunlukları unuttu kabaralı pabuçların ne olduğunu. Bizim ülkemizde, yoksul papuç uçlarına çakılırdı kabara. Kösele çabuk eskimesin diye, papuçun bir ön ucuna bir de topuğuna . Atların nal demiri, babalarımızın kabaralı pabuçları vardı. Şak, şak diye değil, çıt çıt diye ses verirdi o adımlar ve çalmadan, çırpmadan kazanılmış iki kuruşun, alın terinin yere düşen tınılarıydılar… Gerçek insan yüreğinin derinliklerinde, belleğin incecik bir yerinde, kendi pabuçlarının olmasa bile, uzaklarda birinin kabara sesleri çınlar mutlaka. O çınlama unutulmaz. Unutulursa, insan olunmaz.” Mine G. - Kırıkkanat